Antik Yunan’dan başlayarak on sekizinci yüzyılın sonuna dek sanat anlayışımızı büyük ölçüde belirleyen mimesis kavramı, bu dönemde radikal biçimde baskılanmış, ancak yirminci yüzyılın ortalarında bu kez felsefi estetiğin çerçevesinde değil, sosyal ve kültürel bilimler bağlamında farklı bir odakla yeniden ortaya çıkmıştır. Tarihsel ve sistematik açıdan bakıldığında, mimesis ya da taklit, sanatın hem doğanın gerçekçi bir aynası olma hem de kendi özerk dünyasını kurma yönündeki temel boyutlarını ifade eden, dünyayı yeniden üreten ve dünyayı yaratan iki kutup etrafında yeniden inşa edilebilecek bir kavram olarak belirir. Eylemin taklidi olarak mimesis, nihayetinde esasen pratik ve toplumsal bir yeti olduğunu kanıtlamaktadır.